16 Kasım 2013 Cumartesi



Bunları anlat ona


Kalemlerini benimle paylaşan çocuklar var. En güzel yağmur, bir kovadan üzerine dökülen boyalardan oluşur. Ve en bilindik duvarlar, kentlerin öteki mahallelerinden gelen çocuklar tarafından boyanır…

Bunları anlat ona…

Bazen sanki, ellerimle tuttuğum bir teyp radyonun boğuk sesini taşıyormuşum da, bir yere gitmek isterken, yayın kesilmesin için, prizden uzaklaşamıyormuşum gibi geliyor çoğunlukla…

Ağzımızda bilinmedik bir türkü, kollarımın arasında can veren şarkılar var… En sevilen parçasını, deniz kumlarında kaybedecek, taş çatlasın kaç milyar insan vardır ki Dünya’nın bütün vaatsiz topraklarında?

Bunları anlat ona…

Daktilolarında kağıt, kalplerinde duvarları çatırdatan ölü şairler derneğinin kuruluş yıl dönümlerini hiç kaçırmam. Hatıralarını daha çok alt çekmecelerde biriktiren adamların müellifiyim…

Bir insanı, kollarını falçatayla parçalamaya iten her ne ise, ben onu kafatasımdan dışarı çıkarmakta zorlanıyorum. Ve bunu en çok, ülkenin bütün mevsim yollarını görmüş cezaevi otobüsleri bilir…

Bunları anlat ona…

İnsanların ağız kenarlarından “eskiden”lerle başlayıp “ama şimdi”lerle tükenen paragraflar akıyor, bütün uyku aralarında… Yastığa damlayan kâbusların en çok gündüzleri bir anlamı olmalıdır, ben bunu öğrendim…

Morg çekmeceleri, yitirilen çocuk düşlerine ayrılmışken ve unutması gerekenleri hatırlamaya meyilli bütün defterler, tozsuz raflara bir ve bir sıralanırken; durma sen de anımsa…

Bunları anlat ona…

Çok bilinmeyenli, az giderli denklemlerle yönetilmektedir Dünya’nın bütün kritik ülkeleri… Hanginizin zulmü, kendinizden büyük? Ve hanginiz kitapların arasında boğuluyorsunuz, evlerin geniş salonlarında?

Bir doğal afeti, doğal afet yapan üstündeki kandır… Kafeteryaların, kentlerin bütün yalnızlıklarına nazır camekanlarını aynalı yaparlar… Dışarıdan içerisi görünmesin için…

Bunları anlat ona…
Çocuklara deney yapmayı öğreten ve böylece bütün aykırı evleri havaya uçuran gayri resmi bir öğretmen olma isteğine eriştiğimde beş yaşındaydım, Albert Fish’e hiç özenmedim belki ama, en aykırı maddeleri bir araya getirmeye çalışma iyimserliğine sahibim.

Asfaltların altlarından uzun uzun borular geçer… Bütün kentin, bütün artığını taşır… Bir insanı yerin dibine kapanma isteğine sürükleyen ne varsa… Bir insanın içinden, uzun uzun boşluklar geçer… Bütün kentin, bütün artıklarını taşır onlar…

Bunları anlat ona…

Ortasından sıkıp kangrene dönüştürdüğüm düşlerim vardır benim yerkürenin muhtelif yerlerinde. Bitkinliğinde bulup, koynuma aldığım çok oldu seher sabah uyuklamalarını.

Bak sokaklar, kaldırımlar, telefon direkleri, çarşılar ve çocukların içlerinde kaybedildiği pazarlar bizim… En çok Pazartesilerden ölesiye korkarım ben oysa, ama yine de bak, gör, düş, düşün; bütün limanlar, bütün niyetçiler, bütün simit ve ayran satıcıları burada, bizim…

Gör bak; uzun yollardan gelen ve uzak hayaletlerin gölgelerinde dinlenen birer çocukluğu kaybettik biz, herhangi bir otobüs durağında…

Sahanlıklarda, ellerinde düş kırıntıları dolu herhangi bir valizle bekleyen herhangi bir yağmur kaçağına benzer, bir aşktan çıkmış, herhangi bir adam…

Bunları anlat ona…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder